Nepal’i merak edenler için, kişisel deneyimlerin yer aldığı bir yazıdır…
Namasteiiiğ…
Sonu hafif uzatılarak… Çünkü tam olarak yöresel aksanı böyleymiş. Yerel rehberimiz Sam öyle söyledi…
Namah; saygıyla ve hürmetle selamlama, Te; seni anlamına geliyormuş. Kelime anlamıyla Namaste; ‘Seni saygıyla ve hürmetle selamlarım. ‘ demekmiş. Hindistan ve Nepal gibi Uzakdoğu kültüründen gelen bir selamlama şekliymiş…
İlk bilgi, tanışmanın ilk adımına dair edinildi. Namaste… Çünkü bir ülkeyle tanışmaya gidiyorduk. Bir kültürle, bilmediğimiz bir coğrafyayla ve tanımadığımız bakış açılarıyla…
Sandviç ülke NEPAL!
Bu benzetme de Sam’e ait. Çünkü Nepal, iki büyük ülke Çin ve Hindistan’ın arasında sıkışmış kalmış bir coğrafya. Ama tamamen kendi karakterinde! Ne Çin ne de Hindistan’dan etkilenmiş. İkisine de aynı uzaklıkta…
İşte bu ülkeyi tanımak için Konya’dan yola çıktık. Ejder Turizm’in 1 haftalık tur paketine 2024 Şubat ayında yazıldık. Fiyat uygundu ve süre de çok cazipti. Heyecanla beklediğimiz tur tarihi Kurban Bayramı’na denk geliyordu. Bu yüzden, oluşacak olan yoğunluğu da göze alarak bir gün öncesinden hızlı trenle Konya’dan yola çıkıp, geceyi İstanbul’da geçirdik. 15 Haziran cumartesi sabah 10.00’da İstanbul Havalimanı’nda grubun diğer elemanları, yani ilk kez tanışacağımız yol arkadaşlarımızla buluştuk. Profesyonel Turist Rehberimiz Önder Önay eşliğinde yolculuğun ilk adımı için gerekli işlemleri yaptırıp, 13.50’de Kuweyt’e doğru yola çıktık.
Al Jezire Havayollarına ait uçakla 3.5 saat süren yolculuğun ardından Kuveyt havalimanında hiç bekleme yapmadan Nepal’e doğru yol aldık. (Kuveyt havalimanına indiğinizde hemen girişin sol tarafındaki koltuklarda yayılıp oturmuş yağız bir delikanlı görürseniz- ki kendisi fena yakışıklı olup, bizce Kuveyt’in yakışıklılık potansiyelinin reklamı için oraya konulmuştur, çünkü dönüşte de hiç pozisyonunu bozmadan aynı yerde oturuyordu.
Ve bunun zamanda yolculuğumuzla hiç alakası yok- tezimizin doğru olduğu konusunda bize destek olmak için lütfen siz de ziyaret detaylarınızı yazın. 🙂
Türkiye saati ile 23.30 ama Nepal saatiyle gece 02.15’te Katmandu’ya iniş yaptık. Zamanda yolculuğun kısa bir keşfi gibi oldu ama kim demiş geçmişe yolculuk yapılmaz diye? 2 saat 45 dakika da fena bir zaman yolculuğu sayılmaz.
Haberleşme…
Telefonunuz yurtdışı görüşmelere kapalıysa sadece otelde ya da oturduğunuz mekânda sunulan internet hizmetiyle iletişiminizi sağlayabiliyorsunuz. Ya da tercih ediyorsanız Nepal’e özel bir hat alıp, tatiliniz boyunca o hattı kullanabiliyorsunuz. Biz, ‘madem zamanda yolculuğa çıktık o halde biraz daha geriye gidip kendimize internetin olmadığı zamanları yaşatalım’ dedik ve hat falan almadık. 😀 Yok yok, sadece üşendik. Hatta belki de ulaşılmaz olmak ve biraz kafa dinlemek istedik.
İlk tanışma…
Havalimanından otele geçiş için beklerken yerel rehberimiz Sam ve Muson yağmurlarıyla tanıştık. Anlatılırken hiç abartılmamış. Muson yağmurları böyle pat diye başlayıp, pat diyen bitiyormuş gerçekten. Öncesinde ne bir rüzgar, haliyle ne de rüzgarla gelen yağmur değmiş toprak kokusu falan yok. Sinsice gelip, sizi baştan aşağıya ıslatıyor. Yağmurluk ya da küçük bir şemsiye her daim yanınızda bulunsun. Tabii yedek ayakkabı ve kıyafette… Ancak, buraya kadar gelmişken Muson yağmurlarında ıslanmamak olmaz diyorsanız bu son uyarıları dikkate almayın.
Yoğun bir namasteiğğ trafiğinin ardından havalimanından çıkıp yine namasteiiğler eşliğinde otele giriş yaptık. Sam Nepal’i anlattı, rehberimiz Önder bey de Nepal’deki keşif sürecini ve ne yapıp ne yapmamamız gerektiğini!
Su…
Kesinlikle musluklardan su içmiyoruz. Hatta dişlerimizi bile fırçalamıyoruz. Daha da hatta duşta bile ağzımızdan su girmemesine dikkat ediyoruz. Bünyemiz, Nepal suyunu kaldırabilecek bağışıklığa sahip olmayabilir. (Tam, ‘fazla mı abartılıyor?’ diye düşünürken yol arkadaşlarımızdan birinin ‘3 ay bağırsak enfeksiyonu tedavisi gördüm.’ demesiyle, uyarıyı çok ciddiye almamız gerektiğini anladık.) Otel odasına her gün su bırakılıyor. Dışarıda da her yerden şişe su bulabiliyorsunuz. Ama şişeyi ilk kez sizin açtığınıza emin olun!
Sokak satıcıları…
Ziyaret için gittiğiniz tapınaklarda ve alanlarda size bir şey satmak için sizi sürekli markaj altında tutacak satıcılar olacak. Olurda şöyle bir merak edip bakarsanız, geçmiş olsun! Ya hiç muhatap olmadan, cevap vermeden ayrılın, ya da artık ikinci bir gölgeniz olduğunu kabullenip sabırlı davranın. Depara falan kalkmayın, yakalıyorlar. Sizden daha antrenmanlılar.
Pazarlık…
Mağazalardan alış-veriş yaparken sıkı pazarlık yapın. Nepal’in para birimi Rupi. Ve size iyi bir haberimiz var; Türk lirasının kıymetli olduğu zamana yolculuk yaptınız! 1 Türk lirası, 4 Rupi yapıyor. Haliyle size 1000 rupilik bir fiyat verilmişse, 250 TL’lik bir fiyat biçildiğini düşüneceksiniz ve ‘oouuww, çok ucuzmuş!’ diye bir yanılgıya kapılıp ürünü almak isteyeceksiniz. Yapmayın! Evet, gerçekten çok ucuz ve üstüne bir de kaliteli ama yine de yapmayın! Çünkü pazarlıkla o rakamın üçte birine ürünü alabilirsiniz. Biz aldık. Hatta o kadar aldık ki bütün paramızı, nasılsa kaliteli ve ucuz diye, Nepal esnafına gömdük. Belki de bu, Nepal esnaf topluluğunun, turistin cebindeki tüm parayı alma yöntemidir, bilmiyorum. Şu an yazarken çok mantıklı geldi. Zira 600 dolarla gittiğim Nepal’den cebimde, su bile alamayan ve anı olsun bari deyip sakladığım 20 Rupi ile döndüm. 🙂
Trafik…
Trafik sağdan akıyor. Trafik lambası yok. Yoğun yerlerde polisler görev yapıyor ama trafiğin akışını sağlayan tamamen sürücülerin sabırlı davranışı. Korna sesini her daim duyuyorsunuz çünkü korna bir iletişim aracı. Ve Nepal’de; yol istemek, geldiğini haber vermek için kullanılıyor. Bizdeki gibi küfür etmek için değil! Arabaların ve motosikletlerin vızır vızır işlediği trafikte tek bir kavga görmedik. Kadınların da yoğun olarak motor kullandığı trafiğin bize göre ters akması zaman zaman kafamızı karıştırdı tabii. Araçların nereden çıkacağını anlayamadık ve haliyle bazen araçların önünde bulduk kendimizi. Ama sabırla durup gülümseyerek yol verdiler bize. Turist olduğumuz için sandık ama yerel halka da aynı tavır sergileniyordu. Çünkü inançları onlara öfkelenmemeyi, affetmeyi ve sabırlı kalmayı öğretiyormuş… Mesele öğretiyor olmasından ziyade uygulanıyor olması tabii. Mesela biz uygulamıyoruz!
İlk ziyaret…
Otele geçip kısa bir dinlenme ve uyku molası verdikten sonra sabah erken saatlerde ilk ziyaretimizi gerçekleştirdik. Şehir merkezinin güney kesiminde bulunan Katmandu Durbar Meydanı, Nepal’deki en büyük saray meydanı. Muhteşem Newari mimarisi ve zengin tarihiyle Nepal’in tarihi ve kültürel zenginliğini gözler önüne seren yapı, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Tabii ilk büyülenmemizi de burada yaşadık. El işçiliğinin o muhteşem görsellerini burada sıklıkla görebileceksiniz. Katmandu Durbar Meydanı, 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar uzanan Malla ve Şah Hanedanlığı’na ait 50’den fazla antik tapınak ve saraydan oluşan yapıtlara ev sahipliği yapıyor. Kumari Ghar Sarayı, Taleju Tapınağı, Hanuman Dhoka Sarayı ve Shiva Parvati Tapınağı… Kumari Ghar, Katmandu’nun en ünlü yapılarından biri bu arada. Elbetteki bu eserleri görmenin de bir bedeli var. Biz turla gittiğimiz için ücretlerimiz Ejder Turizm tarafından ödendi. Bireysel olarak gidecekseniz bu detayı da atlamayın. (Yazıyı ne zaman okuyacağınızı bilemediğim için rakam vermiyorum.)
Nepal’in başkenti Katmandu’da yer alan Katmandu Durbar Meydanı, Katmandu Vadisi’ndeki üç Durbar Meydanı’ndan (saray meydanı) biri.
Meydanda hediyelik eşyalarınızı da alabilirsiniz. Muhteşem maskeler ve Nepal’e özgü süs eşyaları tüm meydanı salonuma taşıma hissi uyandırdı ama bu duyguyu bastırdım. Zira hiçbir pazarlık cebimdeki parayla onları almamı sağlayamazdı. Bunun için halâ çok üzgünüm. 🙁
Çocuk tanrı Kumari…
Kumari ismini duyduğumda Trabzonlu yöresel hafızamın aklına ‘Ooohhhh nenni koçariiiiğğ, koçari kimın yâriiiğ’ türküsü geldi. Ve rehberimiz Önder bey her ‘Kumari’ dediğinde omuzlarımda hafif bir horon titremesi ve arka planda da bir kemençe orkestrası belirdi; Kumari affetsin!
Evet, Nepal’de yüzyıllardan beri süregelen ilginç bir gelenek var. Hinduzim ve Budizm inanışlarının ortak bir yansıması olarak her birkaç senede bir, ülkede Kumari adı verilen bir tanrıça seçiliyor. Küçük kız çocuklarından seçilen Kumari’nin, tanrıça Taleju’nun ruhunu içinde yaşattığına inanılıyor. Kumari olmak, herkes için mümkün değil çünkü bu oldukça özel bir makam. Kumari seçim kriterleri oldukça katı ve bir dizi belirli fiziksel mükemmelliği gerektiriyor. Sadece bu da yeterli değil. Seçilecek küçük kızın belli bir soydan gelmesi, tamamen sağlıklı olması, hiçbir şekilde hastalık geçirmemesi, kusursuz 12 dişe sahip olması, el ve ayaklarının narin olması gerekiyor. Sarayın içinde yaşıyor ve ayakları asla yere değmiyor. Gün içinde sürekli kırmızı giyinmesi makyajlı dolanması gerekiyor. Vücudundan asla kan akmaması da şartlardan biri. Bu durum ilk regl olana kadar devam ediyor. Tanrılık ilk regl dönemiyle bozuluyor ve Kumari normal yaşamına geri dönüyor. Tabii normal yaşamı varsa! Tanrı olarak görülmüş, el üstünde tutulmuş, hürmet görmüş, insanların sana tapmasına şahit olmuşsun. Sonra hayde hooop artık tanrı değilsin denilip evine yollanmışsın! Ahhh nenni Kumariii, Kumari kimin yâri? Kimsenin değil! Çünkü tanrı çocuk Kumari, tanrılığı elinden alınıp evine yollandıktan sonra normal bir yaşam süremiyor ve bir aile kuramıyor. Kumari’lerle evlenmenin uğursuzluk getireceğine inanılıyor… 6 yaşında başlayıp ilk regl ile sona eren o el sütünde tutulma tüm bunlara değer mi ki? Aile, çocukları Kumari seçildi diye çok seviniyor ve haliyle de bununla gurur duyuyormuş. Ailenin tutumuna mı çocuğun giden hayatına mı üzüleyim bilemedim…
Hazır Nepal’e gelmişken elbette Kumari’yi görmemek olmazdı. Kumari’ler, Durbar Meydanı’ndaki iki katlı, ahşap konakta yaşıyor. Rehberimiz Önder bey tarafından asla fotoğraf ve video çekmememiz konusunda sıkı sıkı uyarıldık. Hatta telefonu elimize dahi almamamızın daha iyi olacağını söyledi. Belgeselleri bile yapılan Kumari’ler için bu yasakları çok anlayamasak da hassasiyetlerine saygı duyduk. Konağın altına dizildik ve Kumari’nin cama çıkmasını bekledik. Günde bir iki kez çıktığı söylendi. (Bence her gelene çıkıyor, çünkü bu kadar tesadüf olamaz.) Hemen geldiğimiz gibi çıkıp bize kendini gösterdi. En fazla 30 saniye olmuştu ki kural tanımaz arkadaşımın video çekme isteğine engel olamaması yüzünden görevliler hemen Kumari’yi içeri yollayıp, arkadaşımın telefonuna el koydular. Hayır, madem çekeceksin bari telefonun sesini kıs ki klick sesi duyulmasın. Görevliler telefondaki videoları kontrol edip, hepsini sildi. Tabii bizim de çocuk tanrı Kumari’yi görme maceramız 30 saniyede sona erdi. Zaten Tanrı ama mutsuz bir çocuğu görsek ne olacaktı ki?
Nepal’deki En Büyük Stupa: Boudhanath Tapınağı
Durbar Meydanı’ndan sonra hemen ikinci ziyaretimizi gerçekleştirdik. Boudhanath, Nepal’deki en büyük stupa olmasının yanı sıra dünyanın en büyük Budist stupalarından biri. 1979 yılında, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış. Boudhanath Stupa, Tibet dışındaki en kutsal Tibet Budist Tapınağı olarak biliniyor. Elbette ilginç gözlemlerimiz oldu. Stupa’nın etrafını dönen Budistler vardı. İbadetlerin zorluk derecesini arttırmak için ayaklarına ağırlık bağlayanlar ve yerlerde sürünerek Stupa’yı tavaf edenleri gördü bu gözler.
Stupa’nın etrafında tapınaklar yer alıyor ve her bir tapınaktan ayin sesleri yükseliyor.
Uzaktan, diğerlerinden daha farklı bir ayin sesi duyup merak edip izlemek için içeri daldık. Biz daldık, siz dalmayın! Kapıda meraklı gözlerle bakan bizi gören görevliler bizi içeri davet etti, biz de masum ayin izleyici turistler olarak davete icabet edip, içerideki minderli alanda yerimizi aldık.
Biz masum masum ayini izlerken görevli tekrar geldi ve Budistlerin olduğu ( hemen önümüzdeki sarı kıyafetliler) yerin ön kısmına gitmemizi istedi. Orada da minderler var. Oturun dediler. Oturduk. Benden önce kural tanımaz arkadaşım oturdu ve ne dendiyse yaptı. Sonuçta kural tanımazlık da bir yere kadar. 🙂 Bir şeyler dönüyor ve sonu hiç iyi bir yere gitmiyor… Sol kolumu uzatmam istendi, uzattım. Bileğime döndüre döndüre renkli ipler sarıldı, sonra ucu bağlanıp fazlalıkları koparıldı. Daha sonra da kutsandım! Hayır da Kurban Bayramı’nın 1. günü idrak ediliyor memleketimde ve ben bir Budist tarafından kutsanıyorum. Dedim çarpılmadan mekândan sıyrılalım ama henüz ritüel bitmedi. Arkadaşım hem kayıt alıyor hem de ‘Kübra, ben şimdi 1000 Rupi vereceğim ama deftere 500 yazdım, sen de 500 yaz, hemen çıkalım’ diyor. Çarpılmalar başladı! Ne parası, ne defteri diye bakındım, adımızı soyadımızı yazıp, verdiğimiz miktarı not etmemiz isteniyor. Bari kayıt altına almayalardı! Umarım diğer tarafta bunlar önümüze dökülmez! İnkâr da edemeyiz, çünkü defterde adımız var… 🙂 Tapınağa yardım… 🙂
Zirveler ve göller diyarı; Pokhara…
Bir sonraki durağımız için ertesi gün sabahın 5’inde Katmandu’dan yola çıktık. Çünkü önümüzde 200 km’lik bir yol vardı. Normal şartlarda bu yolun en fazla 2 saat sürmesi gerekiyordu ama yolların bozukluğu ve trafiğin yoğunluğu nedeniyle tam 10 saat sürdü. Ama değdi. Çünkü kendimi Trabzon’da hissettim. Buğulu zirveler, kendini gösterip geçen yağmurlar, muhteşem orman ve yeşillikler, vadiler, dereler… Ayrıca otobüsün sarsması nedeniyle löngür löngür ilerlediğimiz yolda oturduğumuz yerde 900 kalori yakmamız da cabası… Pokhara, dünyanın çatısı olan Himalayalar’ ın Annapurna etekleri ile Fewa Gölü kıyısı arasında yer alan, Nepal’in dört büyük kentinden biri. Dünyanın 8000 metre üzerindeki 3 zirvesi olan Annapurna , Manaslu ve Dhaulagiri ‘ye en yakın yerde olması Pokhara’yı ülkenin turizm merkezi haline getirmiş. Fewa Gölü ve zirveler, bizi bizden aldı. Yorgunluğumuza değdi.
Fewa Gölü’nde sandallar ile gezintiye çıktık. Gölün ortasındaki Tal Barahi Tapınağı Hindulara ait tanrı Vişnu’ya adanmış. Tapınağa sadece turistler değil, yerel halktan da yoğun bir talep var. Dua için, muhteşem manzaralı gölde sandallarla yoğun bir trafik yaşanıyor. Bu tapınağa sadece sandalla ulaşılabiliyor.
Dilerseniz sandalların pedallarını çevirmek için görevliye yardım edebilirsiniz. Ha yardım ederken, aslında tamamen sandalı sizin sürdüğünüzü de anlayabilirsiniz. Ben anladım. 🙂
Gupteshwor Şelalesi…
Pokhara’ya gelmişken Gupteshwor Şelalesi’ni görmeden gitmek olmazdı tabii. Ama işte Muson Yağmurlarının henüz başlamış olması, şelalenin o ihtişamlı halini bizden esirgedi.
Çünkü yeterli su yoktu ve şelale halâ cılız halindeydi. Yine de fena sayılmazdı.
Veeeeeee gezinin en güzel anı: Ormanın kalbine yolculuk…
Chitwan Ulusal Parkı, Nepal’in güneyinde bulunan ve koruma altında olan ünlü bir ulusal park. Çeşitli yaban hayatı ile ünlü park, safariler ve eko turizm için popüler bir yer. Gezimizin en heyecan verici durağı burasıydı. Eğer hayatım bir gün film şeridi gibi gözlerimin önünden geçecekse muhtemelen safariyi başa sarıp sarıp izleyeceğim. Gezinin IMDB puanı en yüksek bölümüydü. Fil üzerinde 1.5 saat ormanda yolculuk. Belgesel için her şey hazırdı. Filler, timsahlar, geyikler, gergedan ailesi, tropikal kuşlar, maymunlar ve kaplan yavrusu… Konuk oyuncular da bizdik! Timsah dolu nehirden karşıya filin üzerinde geçerken kendi adıma değil de fil adına korktum nedense.
Oysaki filmlerde başrol oyuncusuna bir şey olmaz. Bu minnak kalbimin naifliğini de hayvan sevgimin fazlalığına bağladım o an. Evet, filin üzerinde, file yük olurken ve onu hayalimi gerçekleştirmek için kullanırken düşündüm bunu da! Çünkü sonuçta insan yavrusuyum. Benim de amacım için her şeyi kullanmak gibi bir bencilliğim var!
1.5 saatlik orman içi gezisinde; devasa karınca yuvaları, rengarenk ve tavus kuşu büyüklüğünde kuşlar, kaplan yavrusu (ben göremedim) maymunlar, bambi geyik sürüsü, gergedan anne ile ısrarla onu emmeye çalışan yavrusu ve tabii ki timsahlar gördük. Piton yılanı için de heveslenmiştim ama bize kendini gösteresi yoktu. Muson yağmurları tabii ki gezi esnasında da yanımızdaydı. Gök gürültüsü ve şimşeklerin ardı ardına yaşandığı orman gezimizde elbette ıslanmanın da tadına vardık. Hem de tüm kıyafetlerimize kadar. 🙂
Ormanın kalbine birazda nehirden devam edelim…
İçinde timsahların kol gezdiği nehirde kanolarla 20 dakika yol alacaktık. Yine yağmur başlayınca biraz bekledik ve kanolara doluştuk. Tabii uyarımızı da aldık; sessiz olunacak, eller kesinlikle nehre girmeyecek, hatta kanonun dışına bile sarkmayacak…
Uslu çocuk olursanız timsahları görebilirsiniz. Ama uslu çocuk olmazsanız timsahlar da sizi görebilir!
Uslu çocuklar olmak çok mantıklı geldi tabii. 🙂
Sağ salim kıyıya vardık ve bize bu muhteşem deneyimi yaşatan taşıyıcılarımız filleri besleme alanına gittik. Ama önce biraz kitaplarımın reklamını yapayım. 🙂 Biraz dikkatli bakarsanız arkadaki timsahı da görebilirsiniz.
Sahi sizin ‘Bir kahkahanızda kaç Ah saklı?’
Evet, Anı Mafyası…
Güzel anların ve anıların esiri olasınız…
Kitaplara www.kubraaktas.com adresinden ulaşabilirsiniz…
Reklam bitmiştir 🙂
Anne fil ve 15 günlük yavrusu… Bebek filin hortumuyla mücadelesi ve süt içmek için memeye ulaşma çabasını da izledikten sonra otelimize yol aldık. Artık gezinin serbest zaman günü ve sonrasındaki ölü yakma merasimini izlemeye psikolojik olarak hazırlanma vakti gelmişti çünkü.
Tekrar Katmandu’ya dönüp, günün geri kalanını Katmandu sokaklarında gezinerek geçirdik. Gerçi ben ve turda tanıştığım Esma pek de gezinmiş sayılmayız. Mağazaları talan edip, esnafı bezdirene kadar alışveriş yaptık. Nepal esnafı kazanmasın mıydı? Nepal ziyaretimizde şunu fark ettim ki; benim içimde iflah olmaz bir pazarlıkçı yatıyormuş. 🙂
Gittiğinizde yanınıza iyi para alın. Alamadıklarınız içinizde kalıyor. Kaşmir şallar, etekler, şalvarlar, ve tracking malzemeleri muhteşem. Hepsi elbette orijinal değil ama orjinale çok yakın. Esnaf sizi kandırmaya çalışmıyor. ‘Orijinal mi?’ diye sorduğumuzda, ‘ orijinal olsa şu fiyat olur’ deyip dürüst davranıyor. Hiç alışık olmadığımız bir durum! Ayrıca beni dükkânda tek başıma bırakıp, Esma ile para bozdurmaya giden bir esnaf vardı. Diğer arkadaşlarımın da başına gelmiş bu durum; üstelik kasa da açıkken. Akıllarına hırsız olabileceğimiz gelmiyor belli ki. Buna ihtimal dahi vermiyorlar herhalde. Demek ki orada öyle bir şey yok. Aklımıza başka ihtimal gelmedi. Tabii siz yine de tedbirli olun.
Veeee gezinin en karmaşık duygu yaşatan kısmı: Pashupatinath Temple ve ölü yakma törenleri
Ölü yakılmasını kabullenmek ve üstüne bir de oturup izlemek… İnsanın empati yapmaması, yapsa bile çok zorlanacağı bir manzara. Sevdiklerimizin yakılmasını oturup izlemek fikri çok can acıtıcı… Zaten fikre girmeden çıkmayı tercih ediyor insan. Çünkü o manzarayı gözünün önünde hissetmek dahi çok can yakıyor. Evet, çok ilginç geliyor bu ritüel. Belki onlar da bizim cenaze işlerimiz için aynı şeyi düşünüyordur. Çünkü biz de gömüyoruz…
Evet, Bagmati Nehri, Hindular için Ganj’dan sonra en kutsal nehirlerden biri. Tanrı Shiva adına 1600 yıl önce yaptırılan Pashupatinath Tapınağı’nın bir diğer özelliği ise Nepalli Hinduların ölülerini bu tapınağın kenarında yakmaları. Ölü yakma törenlerini izlemeniz engellenmiyor. Hatta yakınlarına kadar bile giden arkadaşlarımız oldu. Ben ise o kokuyu bir daha unutamama korkusuyla maskeyle dolanıp, sadece uzaktan izlemeyi tercih ettim.
Ölülerin yakılma işlemi için bir takım seremoniler var. Önce ölen kişinin ayakları Bagmati Nehri’ne sokularak kutsanıyor. Ölen kişinin oğlu varsa oğlu tarafından da bir takım işlemler yapılıyor. Önünde durup selam vererek dua ediyor, üzerine pirinç serpiyor falan. Ölen kişinin oğlu yoksa bu işlemler, görevliler tarafından gerçekleştiriliyor. Ölü, sandal ağacı odunlarının üzerine yerleştiriliyor ve otlarla üzeri kapatılıyor. Yakma işlemi en çok günah işlediğine inanılan ağzından ateşe verilerek yapılıyor. (Bu detayı verdiğim tüm arkadaşlarımın tepkisi önce hihihih şeklinde gülmek, daha sonra da sizin de aklınıza gelen şeyleri söylemek oldu. 🙂 ) Ölünün tamamen yanması 4-5 saati bulabiliyor. Ve bu işlemin sonuna kadar, ölünün yakınları, fotoğrafta görülen odalardan, cesedin yanışını izliyor. Ceset tamamen yandıktan sonra ise küller nehre savruluyor.
Üzerinde bulunan ziynet eşyaları da dahil olmak suretiyle… O eşyalarsa başkaları tarafından çıplak ellerle ve üzerlerinde sadece şort varken nehrin içinde aranarak toplanmaya çalışılıyor. O pis ortamda hiç koruma olmadan altın arayan bu insanların, midesizliği değil de bağışıklığı, üzerinde durduğum tek konuydu!
Bu arada, Hinduizm’de sadece en yüksek kast grubu, yani Brahmanlar yakılmıyor.
Pashupatinath Tapınağı…
Pashupatinath Tapınağı’na girişimizde bizi elbette çok renkli başka görüntüler de karşıladı. Sadular…
Sadular ya da ‘Sadhular’, Hindistan ve Nepal’de bulunan etnik ve dini bir grup. Tanrıların temsilcileri olduklarına inandıkları için Hindular tarafından saygı görüyorlar. Toplumdan kutsamalar ve dualar karşılığında yiyecek alıyorlar. Ve tabii para da… Saçlarını hiç kestirmiyorlarmış. Kafalarının üzerinde topladıkları saçları ve bedenlerine sürdükleri ölü külleri gerçekten de çok ilgi çekici evet! İçlerinden birinin uzatacak saçının olmamasına üzüldüm nedense. Çünkü yaşadığım his karmaşasında duygu kontrolümü sağlamayı hiç düşünmedim!
Fotoğraf çektirmek isterseniz bunun ücretini de ödemelisiniz! Yoksa kendilerini gizliyorlar. ‘Hadi gelmişken bir fotoğrafımız olsun bari.’ diye düşünüp yanlarına oturdum. Oturmadan önce de kibarca ‘Lütfen bana dokunmayın!’ dedim. Çünkü benden önce fotoğraf çektiren tur arkadaşımıza bildiğin sarıldılar. Üzerindeki ölü külleriyle o sarılmayı göze alamazdım. 🙂 Yine de sadece alnıma o sarı boyayı sürmek için (yine kutsanmış olabilirim) parmağının ucuyla dokunan Sadu’ya iç sesimin verdiği tepkinin yüzüme yansıması fotoğraftadır. 🙂
Bu kadar… Muhteşem bir deneyimdi benim için. Görülecek o kadar şey var ki Nepal’de, bunları ne kelimeler ne de fotoğraflar tam anlamıyla yansıtabilir. O kadar çok, ‘Neden Nepal?’ sorusuyla karşılaştım ki gitmeden önce ve döndükten sonra, gitmeden önce ben bile tam olarak cevabı bilmiyordum. Gerçi döndükten sonra da bulmuş sayılmam. 🙂 Ama Nepal’e aşık olup döndüğümü biliyorum. Avrupa ülkeleri beni cezbetmiyor. Muhtemelen yine bu yolda ilerlerim.
Birlikte gittiğim arkadaşım Betül ve orada tanıştığım tüm tur arkadaşlarıma ve tabii ki yerel rehberimiz Sam ve Profesyonel Turist Rehberimiz Önder Önay beye bu deneyimi bize yaşattıkları için çok teşekkür ediyorum. Bu arada Ejder Turizm de kendine dikkat etsin! Çünkü bize daha çok maruz kalacak. 🙂