Öyküler

GENSEL TAŞINIM

Kendimi ben seçmedim! Ha, seçme şansım olsaydı beni seçerdim…

Yağmurlu 1 Nisan gecesi 23:30’da doğmuşum. O son yarım saati atlataydım belki de işler daha farklı olurdu! Doğduğumda ebem haklarımı okumamış mesela. Belki o anda bilinçaltına işleme çalışmaları yapılsa,  akıllı uslu bir kızdır tanımlamasıyla anılır; “ Sülalede de yoktu böyle biri, kime çekti ki acep?” sorunsalına maruz bırakmazdım kimseyi. Faili meçhul gensel  taşınma olarak görülen tuhaf davranışlarımın erken yaşlarda başladığı iddia ediliyor. Hatırlamıyoruz ya, ne derlerse inanacağız. Biri, iki oğlandan sonra “Ben kız isterim.” diye tutturan ve duası kabul olan annem, diğeri, “Benim sen olasın diye özel bi’ çabam olmadı ki ehu ehu…” diyen baba gibi baba, babam!

Biri; araba kullanmayı öğretmeye direk debriyajın kavrama noktasından başlayan büyük abim, diğeri; “Hadi abisi denize kaçalım, balık yakalarız.” deyip beni denize sürükleyen ve annem tarafından her defasında, iyi bir balıkçı ya da yüzücü olmama engel komşularımızın ihbarı üzerine, yakalanmamak için saklandığımız deniz kenarındaki mısır tarlasında bulunup, bi’ ton dayak yiyerek eve götürülmemize sebep küçük abim.  Ama ailede herkes normal! Benim kime çektiğim belli değil!

Annem… Ağa kızı. Ağır, otoriter. Usta frikikçi! Gittiğimiz her yerde gördüğü her ne ise  (Meyve- sebze-çiçek-ot. Bildiğiniz ot işte) retina tanıma ve analiz sitemiyle bakıp“ Aaa, habu çok güzel olur bizde.” deyip, koparıp bahçeye diken ve muz hariç tüm meyve, sebze ve çiçekleri yetiştiren, botanikçi ve zoolog! Muzdaki başarısızlığı da tamamen babam kaynaklıymış! Çünkü “gidip oni taşun üstüne tikmiş”… Belli ki muz olsun diye de özel bi’ çabası olmamış babamın! Ehu ehu…

Usta frikikçi… Hami Mandıralı’nın yetiştiği bir memleketin annelerinin de terlik fırlatma konusunda beceriksiz olması beklenemezdi elbet. Oturduğu yerden, parmaklarının ucuna düşürüp fırlattığı terliği tam doksana takardı. (Hedef neresi ise artık; baş boyun, sırt) İsabet kaydetme konusunda başarısız olduğuna şahit olmadım hiç.Tavuklarımız ve kedimiz Müdür de olmamıştır!

Zoolog… Hayvan hastası. Ahırda inekler, evde kedi, bahçede tavuklarımız var.

Ahıra gider ineklerle konuşur.

–Gülnazar, acıktın mı gızıım?

— Mööööğğğğ!

— Habu yal sıcak mi olmiş he, biraz soğuk su katayim mi oğa?

— Mımmmmğğğ!

— Ben habu ahiri daha haşimdi süpürmedım mi, haburiye gene niye siştın he?

— ………….

Bahçeye çıkar, tavuklarla kavga eder! Niye o betonun üstüne sıçmışlar? Hergün bunların pisliğini mi temizleyecekmiş? Orada çimen ve tarla varken neden tuvalet olarak evin önündeki bize ait betonsal oturma alanı seçiliyormuş? Çaaatttttttt!

Kim demiş ki tavuklar uçamaz. Bizimkiler uçuyordu…

Hergün, kendi ensende patlayacağını bile bile, eğitim cephanesi terliği bahçeden toplayıp anneye kendi ellerinle teslim etmek de çok acı, onu da belirtsin yazar burada…

Kedimiz Müdür… Manyakötesi bir hayvan. Daha 4 günlükken kasabın önünde annem tarafından bulunup;” Eve götürelim de bahçeye fare girerse yakalar.” denilerek getirilip beslenilen ama ilk kez fare yakalamaya kalkıştığında yine annem tarafından “ Uuuuu, pirak oni bakayım, o pis şiyi yemiycesun da, geberturum seni ha!” denilerek, bir terlik darbesiyle fareden soğutulan tüy yumağı…

Üstü siyah, karın kısmı beyaz, yemyeşil gözler, kaytan bıyıklar, pembe dudaklar ve sincap gibi bir kuyruk. Nasıl güzel bir yaratık. Annem “Yat Müdür” diyor, yatıyor. “Uyu!” diyor bizim ki uyku moduna geçiyor. “Git Kübra’yı kaldır” diyor, koşa koşa merdivenleri tırmanıp, üst kata geliyor, yatağımın üzerine sıçrayıp miyavlayarak battaniyeyi tırmalıyor. Telefon çalıyor; ev iki kat, paralel de değil telefon duymuyoruz arada, gelip miyavlayarak telefonun çaldığını haber veriyor. Patisiyle ahizeyi düşürüp telefona “Miyaaauuuww” diyor. Zil çalıyor, bizden önce kapıyı açmaya koşuyor. Oturup bizimle televizyon izliyor. Favorisi belgeseller.  Yemek seçmiyor. Karalahana yemeği ve turşu kavurması yiyor. Hiç kedi bunları yer mi demeyin. Karadenizli ise yer! Slippery effect…

En büyük zevki fareleri yakalayıp bir süre oynadıktan sonra boğup ayakkabılarımızın içine saklamaktı! Tüm aile fertlerinin ve hatta birkaç misafirimizin ayakkabılarını giymeye çalışırken denk geldikleri yumuşak şeyin ne olduğunu anlama çabaları sonrası, elleriyle kuyruğundan tutup çıkardıkları şeyin ölü bir fare olduğunu deneyimlemeleri, annemi bu konuda bir çözüm bulmaya itti.  Müdür ise duruşundan asla taviz vermedi…

“Ağaç yaşken eğilir” cümlesi baz alınarak 5 yaş “yaşlık evresi başlangıcı” olarak görülmese,  doğduğumda ebem tarafından haklarım okunsa ve kız evlat-erkek evlat görevi yüklemesi yapılsa da, zaman aşımına uğramış bu kişilik yüklemesi eylemi boşa gitmemiş olsa; belki de gensel taşınımımın nereden geldiği faili meçhul kalmayacaktı! Bu saatten sonra da sorunun cevabını bulmaya lüzum yok! Belli ki kediye çekmişim…

Kübra AKTAŞ